Google

10 Aralık 2006 Pazar

Türkçesi Varken

TÜRKÇESİ VARKEN
Daha önce yoktu bunlar. Atatürk devrimlerinin ışığında kendi dilinin gelişmesine katkıda bulunan bilim ve yazınerleri dışarıdan gelen terimleri, deyimleri Türkçeleriyle değiştirirler, topluma kendi dillerinde seslenirlerdi. Bağımsız düşünceyi alışkanlık edindiğinizde, herhangi bir yanlışa düşmeyeceğinizi bilirsiniz. Yanlış yapmak da kişioğlunun doğasındadır. Ancak yanlış yaptığının bilincinde olmak, o yanlıştan en kısa sürede dönme olanağını da sağlar. Kişi olmanın onursal gereği budur.
Siyasal ve kültürel anlamda bir dönüm noktası olarak saydığımız 12 Eylül darbesinin ardından düşüncenin, düşünmenin önü kesildi. Bütün olumsuz koşullara karşın Türkiye, 1990'lara eski birikimlerinin ışığında ulaştı. Ancak o arada toplum sorunlarından uzaklaştırma amaçlı yeni bir kuşak yetiştirilmeye başlanmıştı. Bu kuşaklar 'köşe dönmecilik'le, 'Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz.' yaklaşımıyla evriltilmişti. Betikten (kitaptan) korkutularak görselliğin çekiciliğine yaklaştırılan, teknik işgücü yetiştirilirken sanatsal, yazınsal, özetle kültürel tat verilmeden duyarlılığından, toplumsallıktan, sorgulamaktan uzaklaştırılmış bireyciler yaratılmaya girişilmişti. Bu geriye dönüşümün acı etkilerini 1990'lı yıllarda yoğun olarak görmeye başlayacaktık. Her şeyin parasal bir değeri olmalıydı. Bu bile, kendi değeriyle değil devlet kuruluşlarının da içinde bulunduğu, yayılımcı egemen bir gücün para birimiyle konuşulmasında somut bir durum alacaktı. İşte bu geriye dönüşüm süreci başarılınca, kendi kültürel gelişimi yadsınmış, özgür düşüncenin tanımı 'egemen gücün güdümü altında' konuşma olarak yerini almaya başlamıştı. Eh, bu böyle olunca onun dilinde konuşup düşünmek de özgürlüğün, bağımsızlığın adı olmuştu.
Nedenlerini böylesine, kısa da olsa, ortaya koymadan konuya girmek, ayrıntılarda yollarını yitirmiş, gerçek nedenlerden uzaklaşmış bir konuma getirirdi bizi. Bütün bu oluşumlar, küresel bir ele geçirmenin aşamaları olarak yanımızda dursun, biz bütün bunların büyük bir parçası olan dil konumuza girelim. Yaşadığımız dünyada var olan düzen gereği, kimse kimsenin tam olarak ne yaptığını bilmediğinden, öbürüne de bir zaman ayırma olanağından yoksun kılınıyoruz. Yaşam hızlı bir biçimde dönüyor. Bunun gereği olarak da yeni kurallara gereksinim duyuluyor. Daha ayrıntısına girmeyelim, çünkü onun da kendine özgü sunuş biçimi (iş dünyasında kendini satmayı bilme) öne çıkıyor.
Fransız dilinin saygın sözlüklerinden sayılan Petit Robert'in 1990 baskısında 'CV' (Curriculum Vitae) şöyle tanımlanıyor: Dile girişi (Fransız diline) Ondokuzuncu yüzyıl sonları. Latince, 'yaşam koşusu'dan. Bir kişinin toplum içindeki durumunu, edinmiş olduğu becerileri, almış olduğu yetkinlik belgelerinin kanıtlarını ve geçmişteki edimlerini, eylemlerini içeren bilgiler toplamı. (CV) Amerikan ve Kanada İngilizcesinde geleneksel olarak Fransızca 'Résumé' sözcüğüyle karşılanıyor. 'Résumé' özet demektir. Şurada burada görüyoruz; işe alımlarda, üniversitelerde bir “CV” (cEvE diye okunmalı Sivi değil) hazırlama, “CV” gönderme deyişleri almış başını gidiyor. Türkçede yerleşmiş bir söz vardı zaten: Özgeçmiş. Ne oldu ki bu söze? Bu söz de mi 'banal' oldu, “out” oldu? Türkçede 'özgeçmiş' sözünün yerli yerince oturduğu açık değil mi? İlle de yabancının diliyle mi konuşmak gerekiyor? Sözüm Amerika, Kanada ortamında iş aramaları için değil sözüm Türkiye ortamı ve Türkçe yazıp konuşma üzerine.
Bir de şu Kapak Mektubu! Özgeçmişle birlikte kendini ve niçin bu özgeçmişi o kuruluşa gönderdiğinin kısa açıklamasını yapan bir yazı hazırlayıp göndermeye, İngilizce'den bir çeviriyle 'Kapak Mektubu' (Cover letter) deyişi kullanılıyor. Ne kapağı bu? Tencere kapağı mı? Amerikalılar böyle konuşup yazıyor diye, biz de mi böyle yazıp konuşacağız? Türkçeye yakışan bir 'Sunum Yazısı' uygun değil mi?
Neden bağımsız düşünme alışkanlığı edinemiyoruz? Nedir bu tembellik? Bu tembellikle, yalnızca bir tüketici olduğumuzun bilincinde miyiz?

Hiç yorum yok: